15.12.2013

Bir mektubun hikayesi...

Bir mektup yazmaya başladım geçen gün sonsuz mutluluğun esaretinde. Bittiğinde usulca katlayıp zarfa koydum. '' Bahar çiçeklerinin kokusunu gönderiyorum sana'' diye başlayan cümleler, bir kaç gün sonra onun ellerine dokunacaktı içimden akıp. Zarfı açtığında, yüzünde çocuklar dans edecekti. Rahat bir koltuğa oturup kahvesini de alacaktı yanına. Kendisini bir anda saran çılgınsı duyguların, biraz durulmasını bekleyecekti bitmeyen sabırsızlıkla. Anlık heyecanlara kapılarak, hoyratça yırtıp açmayacaktı kutsal cümleleri. Ne mi yapacaktı? Benim her mektubunu alışımda yaptığım gibi önce zarfın kokusunu çekecekti derinliklerine. Zarfın aştığı kilometrelerce uzaklardan gelen farklı manzaraları görecekti bu kokuda. Salkım salkım üzümlerin, turunçların, topraktaki tütünün, kır çiçeklerinin kokusu dolacaktı içine. Eski bir plaktan gelen, hüzünlü ama sevgi dolu notalar yükselekti kokuların arasından. Bir köşesinden yavaşça açacaktı zarfı. Kelimelere yüklediğim hayatı ve yüreğimi alacaktı avuçlarına. Okudukça, gülümseyen ılık bir yağmur başlayacaktı gözlerinde. İç denizinin dalgaları, coşkuyla kıyılara vurmaya başlayacaktı. Bir süre sonra dalgalar durulacak, göl gibi sakin ve huzurlu olacaktı her yer.
Mektubu okuduktan sonra; içini kurumuş çiçek yapraklarıyla doldurduğu, küçük ahşap sandığın içine koyacaktı. Pencerenin önündeki masaya doğru yürüyecekti usulca. İnsanların telaşla koşturmalarını ve yağan yağmuru izleyecekti. Noktaların yerine minik yıldızlar, virgüllerin yerine çiçekler, ünlemlerin yerine kalpler koyduğu bir mektupla cevap verecekti bana. Yaşamın, katlanılması çok zor olan acılarına kendince bir darbe olacaktı yazdıkları. İnsana özgü her duyguyu sığdıracaktı mektubun küçük ama tüm sınırları aşan dünyasına. Ve sonra, denizinin yarısı aydınlık yarısı karanlık olabilen kentin sokaklarında bir yürüyüşe çıkacaktı benimle. Yürüyüşümüz sona erdiğinde, müzik kutusunun hala o bildik melodiyi çaldığı bahçeli eve geri dönecekti. Ben de, masal lambasının cini gibi toz olup uçuverecektim yanından. Gün batmaya başladığında, denizin aydınlık tarafında birlikte bulduğumuz o parlak ateş taşını alıp elime saatlerce düşünecektim. O da beni izleyecekti düşündükçe daha da büyüyen sonsuzlaşan uzaklardan. Çıkmaz sokaklara hapsolmanın acısını duyacaktım iliklerime kadar. Ay ışığı yitip gidecekti uyumayı unuttuğum sayısız gecelerin birinde. Milattan önceki yaşanmışlıklar düşecekti aklımın uçsuz bucaksız düş denizlerine.
Bir şiirle son bulacaktı mektubu. Elleri kelepçeli bir güzü hatırladım / Belki yerine hiç varmamış bir mektuptun sen / Belki de zamansız bir elveda / Güzün sonunda . . .
Mektup, katlanacaktı anıların eşliğinde ve yola koyulacaktı hasretleri tüketmeye. Bir kaç gün sonra bana ulaşacaktı. Önce koklayacaktım zarfı; bana gelirken karşılaştığı sevdaları, acıları, coşkuları, umutları hissedebilmek için. Sonra, eskiden, çok eskiden yaşanmış bir güzü yeniden yaşamaya koyulacaktım parlak ateş taşımla...





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

My heart wants to beat like the wings of the bird that rise. I hear the sounds of the forest. You exist in the softness of winds, You exist ...