5.12.2013

Yitik gölgeler

Hayatımızdaki aşılmamış yollar... Tarlalardan, ovalardan, dağlardan, nehirlerden geçen, asla sonuna varılamayan... Uzaklıkların sorunsal sınırlarıyla çevrili etrafımız. Nedense bir türlü kavuşturmayan, bizleri sadece ortak bir gökyüzü ve rüzgara mahkum bırakan uçsuz bucaksız yollar...Düşündükçe gözümde daha da büyüyen, çok yüksek bir kulenin kambur merdivenleri misali baktıkça uzayan kilometreler... Ya da sorun sadece içimdeki korku. Gönül yıkıntıları, hayal kırıklıkları, ruhani yangınlar, yani içimizde yaşanabilecek her türlü afet gelip geçiyor ama korkuyu bedenden uzaklaştırabilmek çok zor. Duvarların içine hapsolmuş gibi sıkışır kalırız o geldiğinde. Hele bir de hüzün varsa yanında, değmeyin o zaman keyfine. Bilirsiniz, hüzün büyülü anların vazgeçilmezi, hayatın olmazsa olmazlarındandır. Bir kolajın yüzlerce parçasından biri gibidir her şey. Anlamsız ve bir o kadar da bütünlenemez. Böyle yarım bir öykü işte şimdi anlatacağım da...
Dünyaya kahverengi bakan bir çift göz. Her sene zamanı geldiğinde yeniden dirilen bir bitki gibi uzaktan, ama çok uzaklardan yaşama ses veren. Tüm zaman ve mekanları ıskalayan ama yine de sımsıcak atan bir yürek. Ancak rüzgarlara asarak gönderebildi sesini. Diğeri, onu düşledi. Varolduğunu anladığında, ışıkları ve renkleri doldurdu içine. Ondan, rengarenk bir tablo istedi ırmaklarla çiçeklerin dirildiği. Kendisi de gökkuşağı olacaktı. Düşlere olacaktı tüm yolculukları, yan yana...Duvarındaki çivi, kitabındaki sayfa, koltuğundaki yastık, çay içtiği bardak, hiç bilmediği evinin küçük dünyasında herhangi bir eşya olup ona can verecekti. Belki gelecek yüzyıllara, belki de milyonlarca  ışık yılı sonraya kaldı karantinaya alınan aşk. Hala, bilinmez  bir gezegenin kayıp eşya bürosunda sahiplerini bekliyor bu hüzünlü şarkının notaları umarsızca. Oraya mahkum olduğunu, yağmurlarda yitip gideceğini bilmeden...
Ne çok şarkı yitti böyle asırlardır ve ne çok zaman geçti üzerinden çaresizliğimizin. Kendini affedebiliyor musun? Affedebiliyor musun dünyanın acımasızlığını? Yaşamdan geçerken geride bıraktıklarını toplayıp bağrına basabiliyor musun tekrar? Hayatının anlamını toprakla harmanladığın anı unutabiliyor musun? Arkanı dönüp gidemiyorsan emin adımlarla geleceğe; geçmişindeki gölgelerdir tek sığınağın. Öyle ki; bazı gölgeler, bin güneşin ışığından aydındır kıymetini bilene...
O gün bugündür adın her günümün güneşi...Işığım, her daim yanımda...



Fotoğraf: 1997 Çanakkale - Sarıçay - Tahta Köprü

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

İLK ARABAM

Gelir gelmez Sorardım en masum halimle... İşten yorgun argın dönen babama, Bir araba çizer miydi bana? Sevecenliğiyle şöyle bir baka...